İnsanlar deneyimlerini ifade etmek için dilleri kullanırlar. Bununla birlikte, her dil, deneyimimizin yalnızca belirli bölümlerini ifade etmek için benzersiz bir şekilde uyarlanmıştır ve diğer bölümleri tanımlamak için daha az etkilidir. Bir resmi kelimelerle tam olarak tarif edemeyiz, duyguları sayılarla anlatamayız. Ve deneyimler bir kültürden diğerine büyük ölçüde farklılık gösterdiğinden, bir kültürün kavramlarını ve nüanslarını diğerinin dillerinde tam olarak ifade de edemeyiz.
İçerik Başlıkları
Toggleİletişim Nedir?
İletişimi konuşarak, yazarak veya başka bir aracı kullanarak bilgi vermek veya bilgiyi değiş tokuş etme aracı olarak tanımlayabiliriz.
İletişimin diğer güzel bir tanımı da anlamı anlama ve paylaşmadır. Yani birbirimizi ANLAMAK esastır.
Neden anlaşılamayız?
Çünkü İnsan GÖRÜNMEZ bir varlıktır.
HEPİMİZ diğer bir insanın bedenini doğrudan görebiliriz. Dudakların hareket ettiğini, gözlerin açılıp kapandığını, ağız çizgilerinin ve yüzün değiştiğini ve bedenin kendini bir bütün olarak eylem içinde ifade ettiğini görürüz. Ama onları fiziksel olarak görebilmemiz, onların ruhlarını, duygularını, düşüncelerini, yaşadıkları travmaları görebildiğimiz anlamına gelmez.
Dolayısıyla İnsanın VARLIĞI görünmezdir. İletişimlerimizi ise insanların bedenleri ile değil, varlıkları ile yaparız.
İnsanların bu görünmez yanlarını, görünür yanları ile değiştirseydik, inanın bambaşka bir insanlık, bambaşka bir iletişimimiz olurdu.
Etkili İletişimin Önündeki Engeller
İnsanın kişiliği sosyolojik, psikolojik ve biyolojik ögelerden oluşur.
İletişimin ardında kişiliklerimiz yatar. Kişiliklerimiz sosyolojik, psikolojik ve biyolojik ögeler ışığında oluşur ve kişilik bir programdır. İletişimin ardında da kişilik programlarımız yatar. Yani içinde yaşadığımız toplum, gelenek vs. değişirse kişiliğimiz de değişir. Dolayısıyla hayata ve insana karşı tepkilerimiz değişir. Sonuçta iletişimimiz yani hayata ve insanlara verdiğimiz tepkilerimiz değişir. Peki hangi ben, gerçek ben?
Gelenek, yetiştirilme tarzı vb. üzerinden edinilen bütün uçsuz bucaksız karmaşanın gerisini gördüğümüzde ve bu durumun sonucunda oluşan başkalarına yönelik mekanik tepkilerimiz terk ettiğimiz anda bütün insanlarla daha iyi bir ilişki ve iletişim kurabiliriz. Çünkü bu durumun ardında Gerçek vicdan yatar. Halbuki şu anki vicdanımız edinilmiş vicdandır ve kendimize duyduğumuz sevgiyle bağlantılıdır. Bu sevgi, sürekli olarak prestij, gelenek, onur, milliyet vb. temelinde her türlü gösteri, her türlü huzursuzluk, her türlü görevle kendini allayıp pullar. Bu şekildeki kendini sevme, sürekli olarak düşmanlık, savaş, şiddet vb. doğurur. Bir İskoçyalı, tarih boyunca kendi klanına ait olarak onun değerleriyle yaşarken, farklı klandan gelen birinin yaklaşımını kabul etmezse onunla düelloya bile girerken, bir Müslüman da aynı şekilde başka bir tarikattan biri ile tanıştığında onun görüşlerini kabul etmeyeceğinden iletişim kuramaz. İnsanı bireysel olarak görmek ve onu anlamak yerine, şiddete başvurur, edinilmiş geleneksel vicdana ait “ben”lere kurban ederiz. Bir başka deyişle, kendi zekâ ve anlayışımız doğrultusundaki bütün bireysel gelişim olasılığını yitiririz. Çünkü sorgulamaksızın bize aktarılan düşüncenin, kalıbın etkisinde hayatı ve insanı tepkileriz.
İnsan birçok personaya sahiptir.
Yani insan tek bir varlık değil, çokluktur. Her seferinde şunu kendimize sormamız gerekir. Şu anda hangi ben konuşuyor?
“İnsanın daima bir ve aynı olduğunu düşünmek en büyük hatadır. İnsan hiç bir zaman uzun süre aynı kalmaz, sürekli olarak değişmektedir. Yarım saat için bile nadiren aynı kalır. Adamın ismi Ali ise onun daima Ali olduğunu sanırız. Böyle bir şey yoktur. Şimdi Ali, bir dakika sonra Ahmet, daha sonra ise Mehmet’tir, Hasan’dır, Hüseyin’dir, Ekrem’ dir. Ve hepiniz onun Ali olduğunu sanırsınız. Ali’nin belli bir şeyi yapamayacağını hepiniz bilirsiniz. Örneğin o, yalan söyleyemez. Sonra yalan söylediğini görür ve bunu nasıl yaptığına şaşırırsınız. Ve gerçekten de Ali yalan söyleyemez, yalan söyleyen Mehmet’tir. Ve fırsat çıktığında Mehmet yalan söylemekten kendini alıkoyamaz. Ne kadar çok miktarda Aliler’in, Mehmetler’in bir insan da yaşadığını anlayınca şaşıracaksınız. Onları müşahede etmeyi öğrenirseniz, sinemaya gitmenize gerek kalmaz ”
İnsanda birlik yoktur.
O yüzden Mevlana, Yunus vb daha birçok ermiş üstat “Bir ben var içerde benden gizli” demiştir. “İlim ilim bilmek, ilim kendin bilmek” demiştir. İçimizde annemiz olan bir “ben”, babamız olan bir “ben”, patronumuz olan bir “ben”, sevdiğimiz akrabamız, büyüğümüz olan bir “ben”, bizi etkileyen bir filmdeki aktör gibi davranan, olan bir “ben” vardır. Yani bir tane “ben” değil; çok tane “ben” vardır. Mevlana’nın dediği gibi kendimizin “Efendisi” olmadığımız sürece de esasında bir “BEN” yoktur! O zaman konuşmaya başlamadan evvel kendimize şunu sormalıyız: “Bu konuşan hangi ben?”
Bilmek ve yapabilmek farklı şeylerdir.
Bunu anladığımızda anlaşmamız daha kolay olacaktır. Fakat akıl ile anlamak başkadır. Tüm varlığımız ile hissetmek ve anlamak başkadır. Herkesin şimdi savaş hakkında nasıl konuştuğuna dikkat ettiniz mi? Herkesin kendi planı ve teorisi var. Herkes hiçbir şeyin yapılması gerektiği gibi yapılmadığını iddia eder. Gerçekte ise her şey yapılabileceği tek bir şekilde yapılmaktadır. Tek bir şey farklı olabilseydi, her şey farklı olabilirdi. Ve belki de o zaman savaş olmazdı. Her şey başka şeylere bağlıdır, her şey birbiri ile bağıntılıdır, hiçbir şey ayrı değildir. Bu nedenle her şey yürüyebileceği tek yolda yürümektedir.
İletişim Eğitimi hk. bilgi almak için info@gulaysavas.com.tr ye mail atabilirsiniz.
İnsan rol yapar.
Hayatta mutat olarak kendisini içinde bulduğu her türlü şart için bir role sahiptir ama onu biraz farklı şartlar içine koyarsanız uygun rol bulamaz ve kısa bir zaman için kendisini ortaya koyar. Bir insanın oynadığı rollerin incelenmesi kendini bilmenin çok gerekli bir kısmını oluşturur. Ve insan basitçe “ben” ve “Ali Yildirim” diyorsa kendisini tüm olarak göremeyecektir. Zira Ali Yildirim bir tane değildir; en azından 5-6 tanedir. Bir veya ikisi ailesi için, bir veya ikisi iş yeri için (biri astları, biri üstleri için) biri arkadaşları için, belki de biri yüce fikirlerden felsefeden hoşlanan kişiler içindir. Ve farklı zamanlarda insan, bunlardan biri ile kendini eş koşar ve kendini ondan ayırmaya muktedir olamaz. Rolleri görmek, sahip olunan repertuarı bilmek çok şey bilmektir. Ama bütün mesele insan repertuarı dışında kaldığında, yani herhangi bir şey onu sadece kısa bir süreliğine bile olsa, her zamanki koşullarının dışına ittiğinde kendisini çok rahatsız eder ve mutat rollerinden herhangi birine dönmek için büyük çaba harcar.
Her insan ayrı bir dünya modeline sahiptir.
Dünyada 8 milyar insan varsa, 8 milyar ayrı dünya modeli vardır. Dolayısıyla her insanın doğrusu, yanlışı farklıdır. Hayatı, insanı algılayışları, olaylara baktıkları perspektifleri ayrıdır. Dolayısıyla esasında doğru ya da yanlış yoktur. Şunu sormalıyız: Kime göre, neye göre doğru?
Dil yani sözcükler deneyimin kendisi değildir. Sözcükler ile iletişim kuramayız.
Sözcüklerimiz değil, beden dilimiz ile iletişim kurarız. İletişimdeki en önemli bileşenler sözcükler, ses tonu – vurgular ve beden dilimizdir. Sözcüklerimiz üzerinden anlaşılmaya çalışırız ama sözcüklerimizin iletişimimize katkısı sadece %5’tir. Geri kalan %35-40 ses tonu – vurgu ve yaklaşık %55-60 beden dilimizdir.
İnsanlığı negatif duyguları yönetir.
Duyguları tetikleyen zihindir, yani dünya modelimizdir; hayata, insana bakışımızdır. Pozitif duygulara sahip olabilmek için önce dünya modelimizi değiştirmemiz gerekmektedir. Bunun için de bilmek gerekir. Yani yeni bir zihin modeline sahip olmalıyız. Zihnimi yani düşüncelerimizi değiştirdiğimizde dünyamız değişir. Yani kendimizi değiştirmek demek, anlayışımızı değiştirmek yani yeni bir zihin durumuna geçmek gerekir.
İnsan sadece bir tepkidir.
Olayları kendi yaşam haritalarımıza göre tepkileriz. Bize gelen izlenimleri farklı algılamaya başladığımızda, yani tepkilerimizi değiştirdiğimizde hayatımız da, ilişkilerimiz de değişir.
Kendimize ait hiçbir düşüncemiz yoktur.
Düşüncelerimiz eğitim hayatımızın başlaması ile dışardan yüklenmiştir. Hangi düşüncenin kendimize ait olduğunu bilmeyiz. Çünkü sorgulamamışızdır. Deneyimleyerek kendi hafızamıza yüklememişizdir. Çoğunlukla varlığımızı onaylatma ya da sevgi uğruna, sevilmek uğruna kabul etmişizdir. Üstelik en yakınlarımızdan gelen, ailemizden, öğretmenlerimizden gelen öğretiler olmuştur bunlar. Toplumsal kabul almak için de, bizlere uysana uymasa da gelenekleri, bazı kuralları kabul etmişizdir.
Tüm bunlar çerçevesinden, insanı anlamaya başladığımızda, anlayışımızı, algılarımızı geliştirdiğimizde, kişiselleştirmeden baktığımızda daha mutlu olacağız. Çünkü şu gerçeği kabul etmemiz gerekiyor: Biz daha kendimizi, insan varlığımızı tanımıyorken bilmiyorken , kimse bizi ANLAMAYACAK. Çünkü insan GÖRÜNMEZ bir varlık.
Hakikat özgürleştirir!
Bu dünyaya anlaşılmaya değil, ANLAMAYA geldik- Halil Cibran
Yönetim & Dijital Dönüşüm Danışmanlığı ve Eğitimlerim hakkında bilgi ve randevu almak için tıklayın!